yarası saklım

goetica
sezen aksu $arkısıdır..sözleri;

bir kırık gençlik hikayesi
yok mudur sevdanın çaresi
hasretin kızıl halesi
çileli başıma gelip taç oldu

ah yine o gurbet bestesi
günün minesi soldu

yaralı ku$um hazan güne$im
güz ayazında kor ate$im
bir sözün uçur göğüm gün açsın
yad eller aldı bizi

haberini sal kara bahtlım
beni yanına al yarası saklım
üzerime hatıran yağıyor
bu yokluk yaktı bizi
karakedi
kimi insanlar aşkın var olduğunu anlatır. kimisi ise yaşadıklarını…


mutsuz bir dönem yavaş yavaş sinyallerini verirken, yeni okuluma alışmaya çalışıyordum.
yeni bir müzik tarzı yeni arkadaşların hayalini kurarken, ilk günüm mahşer günü gibiydi.
bütün hocalarıma sinir olmuş, bütün arkadaşlarımı da sevmemiştim.
biri hariç, barış…
bu çocuk okulun en popüler çocuğuydu. bir yandan sevmiş, diğer yandan ise huyuz olmuştum.
sınıf dağılımları yapılırken barış benim sınıfıma düştü.
ertesi gün derslerimiz başlamıştı.
canım fena halde sıkkındı. öğle yemeği için eve gitmemiş. kantinde bir şeyler atıştırırım diye düşünmüştüm.
fakat iştahımda kapalıydı. kola alıp okulun arkasına dolandım. gizlice bir sigara yaktım. hala aklımdaydı o.
sigaram bitti ve kantine döndüm arkadaşın biriyle şakalaşıyorduk, derken ona çarptım.
gömleği kola olmuştu.
göz göze geldik, konuşmaya çalışsam da dilim beni yarı yolda bırakıyordu.
bir şey demeden özür dileyip ıslak mendil uzattım, uzaklaştım.
bütün ders boyunca tahtaya boş boş baktım.
eve geldim canım sıkkındı, müzik açıtım, uyuyakalmışım sigarayla birlikte.
ertesi gün beden dersi vardı. tabi 3. derse denk geldiği için, eşofmanlarımı yanıma almak zorundaydım.
3.ders geldi, soyunma odasına indik. bebek gibi bir tenim vardı. bir sürü erkeğin içinde soyunmaktan utanıyordum gizlice sıvıştım.
kız değildim ama utanıyordum işte sonra sınıfa çıkıp orda giyindim.
derse indiğimizde hoca ufak bir konuşma yaptı, sanırım biraz rahatsızdı. bizi serbest bıraktı.
erkekler futbolun bense kantinin yolunu tuttum.
futbol bana tersti ve saçma geliyordu.
o günlerde tanıştığım zerrinin yanına gittim selam verdim, oturdum. çok sevimli bir kız olmasına rağmen bir o kadar da cadının tekiydi.
kantinde saçma sapan müzikler çalıyordu rahatsız oldum, çıktım.
zerrine okuldan kaçmayı teklif etmiştim. o da kabul etti. önümüzde iki saat vardı sevine sevine tam yolu tutmuştuk ki! futbol sahasında bir kalabalık belirdi.
barışın diz kapağı kırılmıştı, nedendir bilmem kan ter içinde oraya koştum.
dizine baktım canı çok yanıyordu.
koluna girdik bir arkadaşla beraber hastaneye kadar getirdik. içerden sesler geliyordu ama hala ne olduğunu anlamamıştım. meraktan içeri girdim.
barışın ayağı alçıdaydı. simsiyah saçları terden yapış yapış olmuştu.
o siyah gözleri ise yaş doluydu. canı çok yanıyordu, biliyordum.
yanına gittim iyi misin diye sordum. “evet, sadece biraz canım yanıyor” dedi.
telefonunu açtı annelerini aradı. hastanedeyim dizim burkuldu dedi.
tabi 15 dakika içinde geldiler.
barışın annesi ayla hanım, sarışındı barışa benzemiyordu ve afrodit i kıskandıracak kadar düzgün bir fiziği vardı. baba murat bey ise göbekli ve otoriter biriydi. kısacası bildiğimiz türk erkeğiydi.
nasıl oldu bu olay diye sordu bana.
bilmiyorum futbol oynuyorlardı dedim. ayla ablaya da murat ağabey e de kanım ısınmıştı.
barış bir hafta okula gelmemişti bense büyük bir yalnızlığa gömülmüştüm.
çok fırlama ve hoppala bir çocuk olmasına rağmen sevmiştim.
arkadaşımdı, ama içimden bir şeyler bu dostluğa gölge düşürüyordu. nerdeyse dilim buna aşk diyecekti. fakat mantığım beni zorluyordu.
o benim hemcinsimdi böyle bir şey olması imkânsızdı toparlandım, silkelendim. evin yolunu tuttum.
bir ayın ardından okula iyice kaynaşmıştım zerrinle gezip tozmaya okulu ufak tefek asmaya başlamıştım.
bir tek resim derslerini hiç ekmezdim o gün de dersimiz resimdi.
ve hocamız konu verdi. ben konuya aldırış etmeden resim defterime bir çift göz çizdim.
baştan kızmasına rağmen sonradan çok beğendi. tahtaya astı, herkes bakarken birden barışın bakışları bana çevrildi. bakışlarında hem kızgınlık hem de şaşkınlık vardı.
bakışlarından ürkmüştüm.
o sırada teneffüs zili çaldı. ben dışarı çıktım. ve direk tuvaletlere indim kapıyı kapayıp sigara yaktım. ağlamaya başladım. âşık olmuştum, artık mantığımın sesi çok uzaktaydı.
evdeydim, ilk dönemin sonlarına yaklaşırken, sonbaharın o sapsarı hüznü her yerde esiyordu.
yapraklar sararmış sokakta kedilerden başka canlı kalmamıştı.
yazılılarım boyunca onu hiç düşünmemiştim. sadece sınavlarımı derslerimi düşünmüştüm.
derken karne günü geldi ve birkaç kırıkla karen olayını atlattım.
barışın yüzüne hiç bakmıyor kızlarla ilgilendiği için çileden çıkıyordum.
soyunma odasına indim. yeni aldığım tişörtümü giydim. annemi aradım kedimi beslemesi için tembih ettim.
canım acayip şekilde sigara istiyordu. o sırada barış geldi ve o da giyinmeye başladı.
çantayı talan etmeme rağmen hala paket görünürlerde yoktu.
cebinden sigara çıkarıp bana uzattı. almaya yeltendim geri çekildim. çekinme ya al dedi.
aldım yaktım. sessizliğe gömülmüştü her yer.
bana sordu neden bu kadar sessizsin diye. cevap vermedim. utanıyordum.
sonra gülerek dilinimi yuttun dedi. bende dayanamayıp dilimi çıkardım. bu sefer o şaşırıp utanmıştı. ikimizde bıyık altından gülüyorduk.
yavaş yavaş açılmaya başladım muhabbet koyuydu bana sordu nereye gideceksin parti ye mi? ben de yok canım burjuva şeyler sevmem, sahile inip karnemi kutlayacağım dedim.
öyle bir süre göz göze bakakaldık.
sonra bak istersen annemler ankara’ya gitti birkaç günlüğüne istersen bizde takıl yoksa yalnızım. sıkılacağım bütün gece.
utana sıkıla tamam dedim. gerçi benim için kaçırılmaz bir fırsattı ama yine de sıkılmıştım işte.
markete inip benim en sevdiğim içki olan kırmızı şarabı aldık içimde çocuklar gibi bir sevin vardı. dünya benimdi sanki şımarmak şakalaşmak istiyordum.
eve geldik. hoş geldin dedi bende hoş bulduk dedim.
salona geçelim dedi, geçtik.
ilk dikkatimi film arşivi çekmişti, her eve gittiğimde ilk cd lere dvd lere bakardım.
izinsiz karıştırıyordum. nasıl bulmuştuk o cesaretimi kendimde.
cahil periler isminde bir film ilgimi çekmişti. bunu izleyelim mi dedim.
baştan kıpkırmızı olsa da tamam dedi.
filmi taktım. oda kadehleri getirdi. şarapları servis yaptı. işıkları söndürüp izlemeye başladık.
sevişme sahnelerinde ben kafamı çevirdim. o da kıs kıs gülüyordu.
oysa hayatımda hiç böyle deneyimim olmamıştı. utanıyordum, kimseye vücudumu göstermek istemiyordum.
diğer yandan şarap kafamı bayağı güzel yapmıştı ki deprem olsa ölüm gelse vız gelirdi.
film bitmiş, barış ta coşmuş saçma sapan anlatıyordu. ben de dinlermiş gibi yapıp kahkahalar atıyordum.
o da ne o savaş bey çok mu komik gülüyorsunuz dedi gülerek.
eve gidecek halim yoktu. annemi arayıp gelemeyeceğimi söyledim ve telefonumu kapattım.
sonra gidip barışın yatağına uzandım dünya dönüyordu. barış ta yanıma gelmişti.
ikimizde salak salak sırıtıyorduk.
saçımı okşayıp elimi tuttu. bütün benliğim sarsılmıştı. ve bana senin gibi dostu on kıza değişmem dedi.
şaşırmıştım böyle bir tepki beklememe rağmen, hoşuma da gitmemiş değildi. sarıldı sımsıkı sardı beni bedenimi ellerine bırakmıştım bir kedi yavrusu gibi şefkat bekliyordum.
vücudumu ateş basmıştı. dudağı dudağıma deyince kalbim çarpmaya başladı.
birden utanarak onu ittim. üzülmüştü. ve yavaşça seni seviyorum dedi.
bu sefer bu kelime beni uçurmuştu ve bu sefer ben yapışmıştım dudaklarına
o gece o oda ve şehir aşkımızın ateşine şahitlik ediyordu.
artık barış bütünüyle benim ben de bütünüyle barışındım.
sabah kalktığımızda akşam yaptıklarından özür diledi fakat söylediklerinin çok samimi olduğunu söylemişti. benim için artık önemi yoktu. o nu deliler gibi seviyordum öl dese ölmeye razıydım.
yarıyıl tatilinin bütünü barışla birlikte geçmişti artık tek beden olmuştuk. her şeyiyle birbirimizi kabule etmiş, adeta kenetlenmiştik.
ve yarıyıl tatili bitmişti bir dönem daha bizi bekliyordu. fakat aşk beni tuzağa düşürmüştü
çok geç anlayacaktım.
bu dönemde derslerim gerilemeye hayat bombok gitmeye başlamıştı.
ama barış vardı gerisi boştu artık. aşk gözlerimi kör etmiş artık ailem bile ikinci plana düşmüştü
her fırsatta beden derslerinde soyunma odasında deli gibi sevişiyorduk. onu artık bedenimle değil de ruhumla kanıksamıştım.
elini tuttuğumda bütün bedenim sarsılır ve içime tatlı bir huzur akardı. üç yılımızı kaygısız ve mutlu bir şekilde geçirdik.
okul bitmişti ve öss sınavına girmiştik. ama ne yazık istediğimiz puan gelmemişti.
barışlara gittik. yemek yedik. kahvelerimizi yudumlarken. murat ağabey konuşmaya başladı.
__bak barış bu yıl son şansındı, ikimizde şaşırmıştık. devam etti “artık evlenme zamanın geldi ve işlerin başına geçmelisin trabzon’daki işler yatıyor oğlum “ dedi.
o kadar önemsemedim annesi karşı çıkar diye düşündüm.
ama gün geçtikçe bu baskı devam etti. sonunda bir gün “evet bugün kız tarafı gelecek ve tanışacaksınız oğlum” deyince. bir uçurumdan aşağı düşmüş gibi oldum. kalbimin bütün aynaları paramparça olmuş. bütün ruhum sarsılmıştı.
bana; “oğlum savaş sen de kal da arkadaşının hanım adayını gör “ dedi.
sanki bana nispet yapıyordu. ama nerden bilecekti ki…
barışın yüzü gülmüyor sapsarı olmuştu asla ailesine karşı çıkmayan bir çocuktu zaten bu yüzden sevmiştim ve bugünden sonra ailesine karşı çıkmasını isteyemezdim.
ayla abla her fırsatta barışın henüz evlilik için küçük olduğunu ve olmaması gerektiğini söylese de karadeniz kadını her şeye karışamazdı.
murat ağabey artık benim için bir şeytandı sanki bizi birbirimizden koparmaya çalışıyordu.
çocuk aklıma çılgınca bir fikir geldi. bu evliliği engellemek için kadın olacaktım.
kendi cinsiyetimden vazgeçip, tamamıyla onun kadını olacaktım.
bu çılgın fikri barışa söylediğimde,
sakın savaş sakın böyle bir şey yapma dedi ben seni böyle seviyorum dedi.
ama dedim sustum…
gerisini getiremedim. sanırım kader denen saçma sapan şey ağlarını yavaş yavaş örüyordu yollarımız ayrılacak gibi gözükse de hala içimde minik bir umut ışığı taşıyordum sanki bir kâbustaydım ve uyandığımda her şey eskiye dönecekti.
sonra görüşürüz millet deyip çıktım evden. sokakta yavaş yavaş yürürken birden deli gibi koşmaya başladım.
durdum ve bir köşeye sessizce sindim kendimi durdurmaya çalışsam da gözyaşlarıma hâkim olamıyordum.
eve geldiğim gibi kafamı yastığa gömerek hıçkırıklarla ağlamaya başladım.
önüme gelen herkesle kavga etmek, her eşyaya vurup kırmak istiyordum. kendimi toparlayıp bir sigara yaktım. bu sırada akşam olmuş annem odama beni çağırmaya gelmişti.
“hadi oğlum yemek hazır seni bekliyoruz” dedi. ben de ben yemeyeceğim anne dedim.
oğlum neyin var senin kaç gündür sesin soluğun çıkmıyor.
arkadaşım evleniyor anne dedim.
e ne güzel işte sen de ona yardımcı ol nikâh hazırlıklarında dedi. bende ama anne dedim, gerisi gelmedi... peki diyerek sözümü bitirmek zorunda kaldım.
söyleyeceğim şey boğazıma kadar gelmiş fakat tekrar geri inmişti eğer öğrenirseler dünya başlarına yıkılırdı. biliyordum o yüzden acımı içime gömerek sessiz kaldım.
annem gittikten sonra kendimi odama kilitledim.
önceden kullandığım ne kadar sakinleştirici varsa hepsini içtim. ruh gibi olmuştum salak salak gülüyor. herkese tebessüm ediyordum.
üç gündür yemek namına bir şey ağzıma sürmemiştim. telefon çaldı. arayan murat ağabeydi. oğlum nereye gittin öyle alelacele merak ettik dedi.
murat ağabey ben… dedim. sessiz kaldım. hıçkırıklarla ağlamaya başladım.
oğlum neyin var dedi ben de yok bir şey annemlerle tartıştık dedim biraz. tamam dedi sen bize gel bak hem kız tarafınla tanış dedi.
tamam deyip kapattım telefonu. ardından. dolabı açıp kıyafet beğenmeye başladım.
beynim iyice kaymıştı üzüntüden ne yaptığımı bilmiyordum.
bütün siyah kıyafetlerimi döktüm gerçi siyahtan başka da pek bir renk giymezdim.
baştan aşağı simsiyah giyinip yola çıktım.
gözlerim şiş saçım biraz dağınık. gelip barışın yanına oturdum. öcü görmüş gibi ona bakıyordum. o da bana aynı şekilde bakıyordu. halime üzüldüğünü ben de fark etmiştim. ama ikimizde el mahkûm sessiz kalmak zorundaydık.
kapı çaldı, gelen kız tarafıydı. kızı gördüğümde benim bile nutkum tutulmuştu şahane bir güzelliği rönesanslıları kıskandıracak kadar bembeyaz bir teni bir o kadar da simsiyah gözleri vardı.
bir kendime bir de ona baktım. hayatımda kendimi o kadar ezik ve zayıf hissettiğimi hatırlamıyorum. sanki biri benim kafama silah dayamış gibi ürkekleşmiştim.
kızın güzelliği benim kinin yanından bile geçmiyordu. onun yanında medusa gibi kalıyordum.
öyle birkaç dakika sessiz kaldım. sonra kızın annesi;”hadi kızı kahveleri yap da içelim” dedi.
o da peki anne diyerek mutfağa gitti.
ben de lavaboya gitme bahanesiyle kızın yanına gittim.
merhaba dedim ürkek bir sesle, o da merhaba dedi. gülümseyerek pek de cadı bir kıza benzemiyordu karşıdan bakınca…
barışı nerden tanıyorsun diye sordum. o da “daha önceden trabzon da komşumuzdu.
ondan çok hoşlanıyordum. o bana pek yüz vermezdi ama yine de severdi beni” dedi.
harbi uşaktır dedi, karadeniz şivesiyle. ikimizde gülümsedik.
sen neyisin diye sordu barışın. ben de ben mi dedim. şey dedim. komşusuyum.
yakın arkadaşız barışla
hım… dedi. seni pek gözüm tutmadı dedi bana bende neden dedim şaşırarak
o da pek bir kibarsın böyle yumuşak uşaklar gibi dedi.
ben de yok canım ne alakası var istanbul’da herkes böyle kibardır dedim.
acayip sinir olmuştum. bu lafına kızın sonra ben de tekrar sordum.
barışı çok seviyor musun? diye.
o da evet dedi kısmetse gördüğün gibi kocam olacak.
ben de boş bulunup senden daha çok seviyorum barış ı aramızdan çekil dedim.
o da gülerek sen mi dedi. barış seni ne yapsın. benim gibi biri varken diyerek benimle dalga geçti bunu kaldıramamıştım.
ekmek bıçağını kaptığım gibi boğazına dayadım. aramızdan çekil yoksa sonun kötü olur diye direttim. kız korkmuş bir şey söyleyemiyor kekeleyip duruyordu. derken barış geldi. beni tuttu çekti. kız hem şaşırmış hem de korkmuştu. birden sinirlerim bozulup gülmeye başladım barış bile bu halimden korkmuştu. kendimi toparladım. kıza son kez bu olaydan kimsenin haberi olmayacak diyerek. tehdit ettim sonra alt kata indim.
murat ağabeylere ve misafirlere acil işim çıktı gitmem lazım murat ağabey dedim.
kendinize iyi bakın diyerek çıkıp gittim.
aradan üç dört gün geçmişti ben bir söz etmeyip koca gün odamda film izleyip uyuyordum. çünkü hala kâbus olduğuna inanıyordum bu olanların.
bu arada annemlere iyiyim bir şeyim yok diye söylenip. sahte gülücükler dağıtıyordum.
babamların birkaç günlüğünü şehir dışına çıkması gerekti.
babam oğlum hadi sen de gel bizle hem temiz hava sana da iyi gelir dedi. ben de yok baba kalsın dedim. odam daha iyi diyerek onları yolcu ettim. uzun bir süre gelmeyeceklerdi.
kafamdakileri yapmam için bana fırsattı bu…
ilk önce banyoya gidip soğuk suyu açtım ve altına girdim. gözüm jiletlere ilişse de bunu yapmamaya kararlıydım. duş alıp çıktım.
hayatım nasıl da kararmıştı kendi kendime düşünüyordum. neden bunların hepsi bana geliyor diye.
birden kapı çalındı. bornozla kapıya koştum. nedendir bilmem içimden bir his barışın geldiğini söylüyordu.
kapıyı açtım, gelen barıştı…
davetiye getirdim sana dedi.
dünyam başıma yıkıldı, birden boynuma sarılarak ağlamaya başladı. hem kızgın hem de şaşkın bir ifadeyle ben de sarıldım. ama bir soğukluk hissetmeye başlamıştım ona, sonuçta başkasının olacaktı.
tamam, sağ ol diyerek davetiyeyi aldım, sıkma canını halledeceğiz birlikte desem de ikimizde artık bunun olmayacağını çok iyi biliyorduk. kapıyı kapayıp davetiyeye baktım.
sinir olup buruşturup bir kenara fırlattım.
ben de sonunda dayanamayarak hıçkırıklarla ağlamaya başladım. soyunup aynaya baktığımda, bayağı zayıfladığımı fark ettim. mutfağa gidip bir şeyler atıştırırım düşüncesiyle
yola koyuldum. ama buzdolabı tıklım tıkış olmasına rağmen, canım hiç bir şey yemek istemiyordu.
yemeği boş verip, hazırlığa koyuldum. çarşıya çıkıp birkaç parça bir şeyler almam lazımdı.
mağazaların birinde, güzel bir siyah takım beğendim. kusursuz giyinmem lazımdı.
akşam nikâh hazırlıkları başlamışken, ben de evde hazırlanmaya devam ediyordum.
boğazımda bir şeyler tıkalı olmasına rağmen, hala onun mutluluğunu düşünüyordum.
gerçi o da mutlu değildi ama mutlu olmak zorundaydı kurallar böyle gerektiriyordu.
belki kanlı bir kâbustu bu diyerek avutsam da kendimi artık gerçek olduğunun farkına vardım.
dokunsalar ağlayacak bir halde olmama rağmen gözlerime biriken yaşları silip doğruldum.
ben güçlüyüm güçlüyüm ben diye içimden söyleniyordum. aklımı kaybetmek üzereydim aslında. böyle bir vurgun u hiç beklemiyordum. nasıl oldu bu bilmiyorum ama hala gülümsemeye devam ediyordum.
nikâh salonuna doğru yola çıktım. bir taksi tutup salonda indirmesini söyledim.
taksi ilerlerken, gözlerime yaşlar yeniden birikmeye başladı.
taksici sordu;”ne oldu ağabey bir sorun mu var” diye. ben de;” yok, yok bir şey devam et kaptan” dedim.
sigara yakmak için izin istedim. o da verdi. sigaramı her içime çekişimde boğazımdaki şey daha da büyüyordu.
sanki karnımın ortasında kocaman bir taş beynime doğru yükseliyordu. içimden taksiyi de kendimi de yok etmek geçiyordu. yapamazdım…
nikâh salonuna geldim, takımı bıraktım, tam gidecekken, barış arkamdan yetişti, nereye gidiyorsun beni bırakma ne olur dedi puslu bir sesle. gitmem lazım dedim.
ah benim saf kalbim zaten ne olduysa gözlerine bakınca her şeyi ertelerdim. kalmayı kabul ettim.
içimdeki şey gittikçe büyüyordu. salonun ortasında çığlık atıp bağıra bağıra kaçasım geliyordu.
her şeye rağmen içkimi alıp bir masaya oturdum. nikâh boyunca davetliler geldi sürekli.
ama benim gözüm barış tan başka kimseye bakmıyordu.
yavaş yavaş öldüğümü hissediyordum içten içe. iyice sarhoş olmuştum ama kendimi de biliyordum. nikâh boyunca bakışmıştık.
gözlerim lanet okuyor, onun gözleri ise masum bir çocuk gibi hüzünlü bakıyordu bana doğru bir yandan ailesi bir yandan ben onu sıkıştırmıştık. üstüne gitmek istemiyordum. ama ben mahvolacaktım.
dans müziği bittiğinde gelin odasına çekildiler, gitmek için bahane arıyordum. ama bir yandan da boş ver artık barış diye birini tanımıyorum diyordum.
içkinin etkisiyle de bayağı bunalmıştım. lavaboya gidip elimi yüzümü yıkamak istedim.
ellerimi yıkarken aynada görüntümü gördüm. onunla konuşmaya başladım. ona gülüyordum.
bir yandan da hakaretler yağdırıyordum. birden içimde bir öfke birikti ve aynaya bir yumruk patlattım. ellerim kan içinde ayna ise paramparça olmuştu.
normalde o kadar zırlak bir çocuktum ki parmağım kanasa panik yapardım. ama bu sefer sadece gülüyordum, koluma bakıp bakıp gülüyordum.
o anda barış içeri girdi. korkudan panikleyip ne oldu ne yaptın sen deyip duruyordu.
ben de “sana ne lan seni ilgilendirmez “diye dikleniyordum. hâlbuki o halimle bana bir tane vursa yere düşerdim. hem komik hem de trajikti halim kısaca…
beni gelin odasına kilitleyip. o kızla baş başa bıraktı. ben ona o bana bakıyordu.
ben de ne bakıyorsun öküzün trene baktığı gibi dedim kafasını çevirdi.
konuşmaya devam ettim.
zaten sana gıcığım uğraştırma beni elimden aldın bedelini ödeyeceksin diye söylenip duruyordum. ama kızın halini görseniz kız benden önce kafayı yiyecek gibi duruyordu.
barış geldi. birkaç sargı bezi bir şeyler almış koluma pansuman yaptı.
bir yandan bana bir yandan kıza bakıyordu. sanırım bu hareketimle biraz da afallamıştı.
kızla beraber dışarı çıkıp beni oraya kilitlediler. düğün sonuna kadar orda kaldım bu arada kimse anlamasın diye ceketimi giydim. ve yüzüme biraz fondöten sürdüm.
sigara üstüne sigara yaktım. orada bulduğum içki şişesini içmeye başladım.
sonra tiksinip bir tarafa fırlattım.
uykum gelmeye başlamıştı. ama uyumak istemiyordum.
nikâh sonunda bitmiş, herkes kendi yoluna gidecekken son uğurlamaya gitmem için içimden bir ses beni zorluyordu.
sanki son kez onu uğurlamam gerekiyormuş gibi hissettim kendimi.
gelin üstünü değiştirmeye gittiğinde o da gelin odasına geldi.
savaş ben gidiyorum dedi. ben de güle güle yolun açık olsun bayım dedim.
ne olur bunu yapma bana ikimizde biliyorduk bu yasak düşün bir gün biteceğini dedi.
sonrası zaten malum yola çıktık son otobüse yetişmeleri gerekiyordu.
kalbimden kocaman bir parçayı sanki biri neşterle kesip bir kenara fırlatmış gibi hissettim.
düşecek gibi oldum, sendeledim. ama toparlandım.
sonsuz bir düş tek bir kalemde bitiyordu. bunu hak etmemiştim.
otogara geldiğimizde. hepsiyle vedalaştım, barış beni kenara çekip bana siyah bir gömlek verdi. onun en sevdiği gömleklerinden biriydi bu.
o kokuyordu. gözlerim dolu dolu oldu.
bir taksi çevirip oradan eve çekmesini söyledim. hıçkırıklarımı tutamıyordum.
eve geldiğimde zor attım kendimi içeri, nefes alamıyor tıkanıyordum. ölecekmiş gibi hissediyordum. gömleğini koklayıp koklayıp gözyaşlarına boğuluyordum.
içimden bir his artık her şey bitmeli dese de, teselli bulmak için cd çalara bir cd taktım.
şarkı çaldıkça gömülüyor, boğuldukça gün yüzüne çıkamıyordum.
bütün her şeyden vazgeçip ölmeye karar verdim. herkes gitmiş her şey bitmişti benim için artık.
bulduğum bir hap kutusundaki hapların hepsini içmeye başladım. delirmiş gibiydim.
saçlarımı kesmeye ve deli gibi çığlık atmaya başladım.
yorgun düşüp hapların etkisiyle uyuyakalmışım.
gözlerimi hastanede açtım.
meğer barış akşam ben gittikten sonra ailelerine rest çekip, bana gelmiş. beni o halde bulup
hastaneye kaldırmış.
gözlerimi açtığımda elim elindeydi.
gözleri ağlamaktan şişmiş, perişan haldeydi.
iyi misin canım dedi. ben kızgındım ona sana ne diye tersledim. başını eğdi.
biliyorum üzdüm seni dedi. ben de bana ne siktir git karının yanına dedim.
çünkü onu kimseyle paylaşamayacak kadar çok seviyordum.
yanında kim olursa olsun bazen onu kendimden bile kıskanıyordum.
sen artık evlisin unutma dedim. lütfen onun yanına git dedim.
ne olur beni affet diye yalvarsa da git gözüm görmesin seni diye tekrarladım. dışarı çıktı.
ben ise tekrar sinir krizi geçirmeye başladım. hemşireler gelip iğne vurdular tekrar uykuya daldım.
ama yarı baygın olduğum için sesleri duyuyordum. annemler gelmiş merak etmişlerdi.
annem perişan haldeydi ne oldu yavrum sana diye koştu başımda ağlıyordu.
herkes benle perişan olmuştu.
bu arada barış iki gündür. gelmemişti. kovmama rağmen hala gözlerim onu arıyordu.
telefonum çaldı. arayan barışın babasıydı.
efendim dedim. barış sana uğradı mı yavrum hiç diye sordu annesi bana
ben de yok hiç görmedim diye söyledim. hâlbuki iki gün önce beni hastaneye taşımıştı fakat bunlardan haberi yoktu kimsenin…
ben de merak etmeye başlamıştım. annem başımda uyukluyordu. yarın taburcu olacaktım.
telefonunu aradım cevap vermiyordu.
sonra birden biri açtı telefonu barış nerdesin sen ya dedim. annen merak ediyor dedim.
iyi günler kimle görüşüyorum dedi karşı taraftaki ses buyurun ben barışın arkadaşıyım dedim.
arayan polisti.
trafik kazası geçirdi. diye söylediler telefon elimden düştü.
annem ne oldu yavrum dedi. barış trafik kazası geçirmiş anne dedim. gözlerim fal taşı gibi
açılmıştı.
kolumdan serumu çıkarıp merdivenleri beşer beşer atlamaya başladım.
barışla kapıda karşılaştım. sedyede her yeri kan içinde kalmış yoğun bakıma götürülüyordu.
peşinden koştum ama beni yoğun bakıma almadılar.
ağlamaya başladım. pencereden ona bakıp ne olur yaşa barış. bir yere gidemezsin beni bırakamazsın diye söyleniyordum.
dualar edip anneme sarılıyordum sürekli…
anneleri de geldi. ne oldu dediler bilmiyorum trafik kazası geçirmiş dedi annem sakin olun her şey yoluna girecek dese de. ayla abla fenalık geçirmişti.
ah deli uşak diye söyleniyordu. babası…
doktor çıktı. hastayı kaybettik demesiyle benim o içimdeki çığlığı dışarı kusmam bir oldu.
dünya başıma yıkılmıştı.
ben suçlusuydum her şeyin keşke onu kovmasaydım odamdan. keşke keşke. diye söyleniyordum.
oğlum yavrum diye annem bana sarıldı…
en son yaptığım gözyaşlarımla mezarına bir çiçek bırakmak oldu…

bir de günlüğüme şu sözleri düştüm.


avuçlarını kanatan bir yazarın şarkısıydı bu
ne zamandı nasıldı belli değil kaptırmıştı
kendini aşk denen girdaba
uçsuz bucaksız yine kanıyordu bu sayfalara
sonra kalbi küçük ama kendisi kocaman bir adam geldi
ve kırdı camdan meleğin kalbini
kırıkları sapladı kendi yüreğine
ölmekti arzusu ve başarmıştı bunu da
camdan melek kırıkları çıkardı adamın yüreğinden
bittiği yere geri dönmüştü, belki de biraz üzülmüştü
kırıkları alıp sapladı zalim hayata
kırıklar kristal olup parlamaya başladı meleğin gözlerinde
sinsice bir uykuya kulak verdi melek
camdan yatağına yattı ve kapadı gözlerini hayata…


karakedi.

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol